21 Şubat 2009 Cumartesi

Eskişehirspor zor virajda !




Trabzonspor'un Denizli maçının göründüğü kadar kolay olmadığını söyledik. Peki ya Sivasspor - Eskişehirspor maçı ?

Maçı Süleyman Abay yönetiyor. En sevdiğim hakemimizdir desem yeridir. Cumhuriyet Gazetesinin grafikeri kendisi. İronik değil mi boyalı basının en çok eleştirdiği meslek grubundan birinin boyasız basının düşmeyen son kalesinde çalışıyor olması ?

Süleyman Abay'ın hafızam yanıltmıyorsa en son yönettiği maç Bank Asya'da Kayseri Erciyesspor'a karşı Atatürk Stadında 2-0 kazandığımız maçtı. Maçta pek çok sarı kart çıkmıştı ama kusursuz bir yönetim göstermişti. Sivasspor'un sahasında 4 maç yönetmiş ve Sivasspor 2 tane kazanıp 2 kez kaybetmiş bu maçlarda. Enteresan bir şekilde Sivasspor'a genelde kırmızı kart çıkartıyor Süleyman Abay. Bir Cumhuriyet Gazetesi çalışanın Madımak Oteli antipatisi olabilir mi acaba bu ?

Sivasspor 239 gündür sahasında kaybetmiyor ve Eskişehirspor'un solbek mevkiinde aşısı tutan genci Emre Özkan'ın olmaması üzücü. Serkan da yok. Batuhan , Youla ve Lovrek oynamıyor. Bu son saydığım 3 isim forvet. Eğer iki forvetle çıkarsak bunlardan biri Anderson diğeri ise mevkiisi olmayan joker futbolcu Tayfun Türkmen olacak. Hiç iç açıcı değil. Tayfun düşük ihtimalle 11 başlasa bile oyun içinde periyodik aralıklarla mevkii değiştirecektir.




Ama ne var biliyor musunuz ? Forvet hattı iyi olmasa bile - şu görüntü bunu gösteriyor - orta saha oyuncuları Serdar Özbayraktar haricinde topu ayağında tutabilecek isimlerden oluşuyor. Engin Baytar duruma göre hem sol çizgiye inebilen ve hem de göbekte adam eksilterek dikine oynayabilen bir oyuncu. Bu noktada geri kalan özelliklerine Eskişehirspor taraftarı Poljak adını takmış. Şaka bir tarafa , Poljak özverisi ve iyi niyetiyle takıma pozitif etkisi olan bir isim olsa da Engin Baytar kadar yetenekli ve donanımlı bir futbolcu değil. Burada sorun disiplinsiz bir oyuncudan verim alabilmek olacaktır. Ben cidden Engin Baytar'dan bu maç öncesi çok umutluyum. Bülent Ertuğrul ön libero da sağlam bir görüntü veriyor. Partneri Emre Toraman da Süper Lig için fena bir isim değil. İkisinin de övgüyü haketmediğini ama yergiye de asla izin vermeyecek kadar iyi olduğunu düşünüyorum. İyi ile ortalamanın arasında bence ön libero ikilimiz. Orta sahada sorun şu kanatlarda Serdar Bayraktar ve Bülent Kocabey acaba yürüyebilecek mi ? Engin Baytar onların koşu yollarına pas attığında top ceza sahasındaki pivot forvet Anderson ile buluşabilecek mi ? Tüm mesele bu. Sivasspor set hücum yapamıyor çok fazla ve biz muhtemelen bu yüzden oyunu kendi yarı sahamızda kabulleneceğiz. Anderson'u çokça kendi yarı sahamızda top almaya çalışırken göreceğiz. O yüzden Serdar ve Bülent'in kanatta ne yaptığını çok iyi tartarak hareket etmesi gerekir.

Ivesa bana kalırsa Petkovic'ten bir gömlek üstün bir kaleci. El Saka dediğin defans Drogba ve Eto'o gibi isimleri Afrika Kupasında marke etmiş bir adam ve hep başarılı olmuş. Eskişehirspor'da da ne güzeldir ki uyum sorunu çekmedi. Diğer göbek defans Nadareviç'in son 1 yılda Carew ve David Villa'ya karşı 90 dakika mücadelesini izledim. Her maçını tribünde izliyorum. Bana inanılmaz keyif veriyor Nadarevic. Futbolunu takdir ediyor ve bir arkadaşım gibi seviyorum. Bambaşka birisi. Defansın kanatlarında Koray Aslan ve Sezgin Coşkun ile Kamanan ve Balili'yi eşleştirdiğimde korkuyorum. Sivasspor kanattan iyi gelecek bana kalırsa.

Şans bizimle ki Sivasspor'un solbeği Hayrettin ve defansta Bilica ile göbek oynayan Sedat Bayrak yarın Eskişehirspor'a karşı oynamıyor. Sağbek Abdurrahman Dereli ve orta sahadan İbrahim Dağaşan kart sınırında. İkisinin de sarı kart görürsem Şükrü Saraçoğlu'nda takımımı yalnız bırakırım ve milyonlara kendimi izletemem psikolojisine ister istemez gireceğini düşünüyorum.


Lafın özü , göründüğü kadar kolay bir maç değil ev sahibi için. Bana kalırsa başa baş bir mücadele göreceğiz ve maç daha çok isteyenin olacak. Ben Bülent ve Serdar eski performanslarıyla hücuma çıkarsa ve Lig TV yayını biraz daha fazla motive ederse alırız diye düşünüyorum.

Ama futbol bu sonucunu kestiremediğimiz için izliyoruz. Bakınız dünün sonuçlarına Espanyol , Köln , Denizlispor hepsi inandı ve kazandı. İnanırsak neden olmasın ? Sivasspor kestirilebilir bir takım fakat Eskişehirspor'u en son 90 dakika ne zaman izlediniz ? O halde güzel bir sürprizimiz olabilir sizlere.

Yarın Alara Cafe'yi mutluluktan çılgına dönen Eskişehirsporlu gençler doldursun ! Tek temennim bu.

Ufuk Talay ve Robbie Fowler





Arada söyleniyorum ; yurt dışında o kadar çok Türk pasaportu taşıyan oyuncu varken neden futbolumuza kazandıramıyoruz diye. Futbolumuzda gurbetçilere pasif bir rol biçilmiş ve Ufuk Talay da belki bu algının yaratılmasını sağlayan öncülerden.

Ufuk Talay, Marconi Fairfield adında o dönem Avustralya 1. Liginde mücadele eden bir takımda başlıyor profesyonel futbol yaşamına. 92 senesinden Galatasaray'a transferinin gerçekleştiği 95 senesine kadar bu takımın formasını giyiyor. O dönem takımın kadrosunda Harry Kewell bulunuyor. U-13'ten U-15'e kadar her kategoride oynuyor o dönem Kewell ve Ufuk Talay'ın antremanlarını izliyor. Takımın kalesinde bu sezon Fulham'ın kalesinde devleşen Mark Schwarzer var.

Türkiye'de yabancı kısıtlamasının en önemli gündem olduğu dönemlere tekabul eder onun Galatasaray'a gelişi. Souness'ın vazgeçilmeziydi ilk sezon ve Okan Buruk'u kulübeye oturtuyordu. Fakat gel zaman git zaman Ufuk hiç o kadroda kalamadı. Galatasaray onu kah Karabükspor'a kiraladı , kah Antalyaspor'a kiraladı , kah Bursaspor'a . 26 yaşına geldiğinde Galatasaray'da sözleşmesinin son senesiydi ve o yine Fransa 2. liginde Nimes formasıyla kiralık olarak ter döküyordu.

Bu çılgın Okyanusyalı Galatasaray ile 6.5 sene süren ve 4 yurt içi, 1 yurt dışı şehir gezdiği macerasından sonra yılmadı. 2 sene kebap için Gaziantepspor'a ve daha sonra 1 sene tantuni için Mersin İdman Yurdu'na gidiyordu. Tim Burton masalı gibi bir hikaye. Ne kariyer ama !

Daha sonra tekrar 3 sene dünyanın en güzel şehirlerinden Sidney'de sürdürülen futbol yaşamı (aussie ruhu ) ve başarısız bir Japonya Ligi denemesi var.

North Queensland Fury FC henüz yeni kurulan bir takım ve bu sene Avustralya A Liginde ilk kez mücadele edecekler. Ufuk Talay'ın 32 yaşındaki durağı burası oldu ve takım arkadaşı olarak sürpriz bir isim görüyoruz.

'' Robbie Fowler ''

İngiltere Premier Lig tarihinin en fazla gol kaydeden 4. oyuncusu da bu sene Ufuk ile aynı formayı terletecek. Robbie Fowler ile ilgili bir entry de blog okuyucularına sözümüz olsun.

Eminim orada bir yerlerde en az biriniz için bir futbolcudan daha çok şey ifade ediyordur Fowler.

Jes Hogh'ün trajik sonu ve diğerleri



Fenerbahçe'nin 90ların ikinci yarısından bir görüntüsü.. Resimdeki oyuncular arasında teknik direktör olup futbola hizmet eden isimler var. Hala futbol oynayan isimler var. Avrupa'ya transferini gerçekleştiren isimler var. Ama benim en sevdiğim adam Jes Hogh idi burada.


Türk futbolunda defans algısının gelişiminde Uche-Hogh ikilisinin katkısı tartışılmaz. Uche 41 yaşına geldi ve hala profesyonel futbol hayatına devam ediyor. Nijerya 1. liginde oynuyor. Hogh ise 4 sezon Fenerbahçe'de oynadıktan sonra 99-01 yılları arasında Londra semalarındaydı ve Roman Abromovich'i göremeyen bir Chelsea'liydi.

Chelsea yıllarında Fransız Desailly ve Lebouef ikilisinin yedeği olarak bekledi. Euro 2000'de Danimarka kadrosundaydı ve sürekli nükseden ayak bileği sakatlığı oynamasına müsaade etmedi. Yedek kalmak ve ayak bileğindeki kronik rahatsızlık onu futboldan soğuttu. 34 yaşında futbolu bırakıp emekliliğe ayrıldı.

2007 Yılında hikayesinin acı sonunun haberi geldi. Kopenhag'ta bir otel odasında telefonla eşini aradığı an genç sayılabilecek yaşında felç geçirdi. Şu an vücudunun sağ tarafını oynatamıyor ve maalesef konuşamıyor.

Sene 2009 olmuş ve bizler hala futbol izliyoruz. Keşke futbolu hissedebilseydik..

Sedat Balkanlı'yı gündem azlığında reyting malzemesi olarak kullanan futbol medyamızdan ve onun takipçisi futbol okurundan Hogh'u mutlu edecek ve unutulmadığını hatırlatacak bir küçük hediye , yazı veya mektup - iyi niyetle yapılabilecek her hangi birşey - beklenmezdi.

Seni unutmadık Hogh.. Türk futboluna miras bıraktıklarını da...

20 Şubat 2009 Cuma

Trabzonspor ne yapar ?



Song'un durumu maç saatinde netlik kazanacak. Umut , Hüseyin ve Ferhat kesin yok. Denizlispor sakat takım. Roberts'a dikkat edilmeli. TV'de o saatte Aston Villa-Chelsea maçı da var. Önceliğim bu maçta tabii , Trabzonspor'un puan kaybetmesini bekleyen büyük bir kalabalık var. Ama orada Avni Aker gibi bir mabet var , değil mi ama ? Güzel olur şampiyon olursa Bordo-Mavililer. Hadi bir klişe ile bitireyim. ''Bundan sonra her maç final havasında ! ''

How i met your mother




Sanırım dizilerin şahı bu benim için. Alyson Lee Hannigan ve Cobie Smulders hamile ve 3 hafta ara verdi dizi. 5 ana karakterden ikisi hamile olunca böyle oluyor haliyle. Benim favori dizimdir. Blog yazarsam bir gün buna değinmeliyim diyordum hep. Değindim oldu.

Giresunspor'da Yeni Yönetim ve İlk Maç ORADAYDIM



Giresunspor-Boluspor maçı tam da yeni yönetimin başa gelmesinin 2 gün sonrasına denk gelmişti. Herkes heyecanla bu maçı bekliyordu. Ben de oradaydım.


Giresunspor'da bir kaos havasının ardından Olgun Aydın Peker'in başkanlık koltuğuna oturmuş, Sinan Engin asbaşkan olmuş ve bu haber medyaya bomba gibi düşmüştü. Olgun Aydın Peker, Sedat Peker'in manevi oğlu , Sinan Engin ise futbolun antipatik figürü olarak dikkat çekiyordu. Medyada olumlu ve olumsuz yansımalarını okumuştum ama peki ya durum Karadeniz kıyısında nasıl yankı bulmuştu ? Hem de yeni yönetim eşliğindeki ilk maçlarında 2005 Mayısından bu yana tribün kardeşi oldukları Boluspor'u karşılıyorlardı. Oldukça ilgi çekici bir atmosfer var dedim ve merakıma yenik düşüp Eskişehir'den yola koyuldum.

Giresun'a vardığımda saat 10.30 idi. Kurban Bayramı arefesindeydik. Sokaklarda tribün grupları toplanmaya yeni yeni başlamış ve hava ise mevsime inat güneşliydi. Masmavi bir Karadeniz merhaba demişti kente iner inmez. Öyle bir kent ki Giresun insan o sahil kenarında bir başına yürürken tanımını bile kaybediyor. Sahil turunun ardından soluklanmak için bir yerde sıcak çay ile güne başlamanın geride bıraktığım uzun yolculuktan sonra iyi bir fikir olduğunu düşündüm. Kahvaltımı ederken Giresunsporlu bir taraftarla tanıştık ve bana bu maçı kazanacaklarını hatta ilk defa bir maç öncesi kendilerinden bu kadar emin olduklarından bahsetti. Nedenini sormamla birlikte yeni yönetime duyulan güveni anlamaya başlıyordum.

Kahvaltının hemen ardından tribün gruplarının toplandığı bir lokalde taraftarlarla konuşmaya gittik. Stadın hemen çevresinde yer alan bu lokalin karşısında bir iddaa bayii vardı. İnsanlar o gün Giresunspor'un yanına üç maç arıyorlardı. O iddaa bayiinde bir başka futbol dergisinde yazan Ankaralı Uğur adında bir üniversiteli arkadaşımla tanışma fırsatı buldum. Taraftarlarla biraz sohbet ettikten sonra stadın yolunu tutmuştum.

Maç öncesi stadın çevresinde heyecanlı bir kalabalık toplanmıştı. Bayram arefesi olduğu için gurbetçi sayısı ile birlikte stat normalden daha fazla bir doluluğa sahip olacaktı. Bursalı Çotanaklar , Marmaralı Çotanaklar ve Genç Çotanaklar bayram ziyareti için kentteyken stadın yolunu tutmuşlardı. Kimle konuşsak yurdun bir yanından bayram ziyareti için gelmişti. O an ailelerinin yanında olmak varken Atatürk Stadında büyük bir aile yaratmayı seçmişlerdi. Giresun'un ilçelerinden de takıma büyük destek vardı. Göreleli gençlerden oluşan şehir merkezi dışında kalan tek organize tribün grubu Uçbeyleri de maç öncesi oradaydı. Uçbeyleri'nin başını çeken tribün lideri Serkan ile konuştuğumda her hafta tribünü yalnız bırakmadıklarını ve deplasmanlarda dahi takımı desteklemek için onca yolu gittiklerinden bahsetti. Bozüyükspor ve Bilecikspor'un düşmanlığını düşününce insan öykünüyor bu tabloya ister istemez. Kentin 60 km uzağında ki bir ilçeden çıkıp takımını bu denli destekleyen bir tribün liderini görmek futbolun saha dışında kalan dünyası için oldukça umut verici diyorsunuz. Serkan kısa konuşmamızda maç öncesi Bolu tribününün davulcusu olan Yasin'in parmaklarını kaybettiği iş kazası için üzüldüklerini ve büyük geçmiş olsun dileklerini de eklemeyi ihmal etmiyordu.

Biletleri alıp o gün beni yalnız bırakmayan çocukluk arkadaşım Reşitle turnike kuyruğuna girdik. Uzun kuyruğun en arkasındaki bekleyiş can sıkıcı olsa da beklemeye değerdi. Stada girdiğimde henüz tamamen dolmamış olsa da maratonun ortası ise tıklım tıklımdı. Tribün ateşinin orada alev alacağını kestirmek güç olmadı. Direk oraya koğuşlandık.

Eskişehirspor tribünlerinde Ivesa veya Serdar Özbayraktar'ın gerçekleştirdiği üçlü çekme seremonisini bu tribünde taraftarların içerisinde ismen bilinen simalar yapıyor ve ortam sıcak ve samimi bir hal alıyordu. Kale arkası fotoğrafçısının hafta içi doğan oğluna bile tezahürahat yapacak kadar içten ve birbirini tanıyan bir tribünü vardı Giresunspor'un.


Maçın başlaması ile birlikte tribünlerde göze çarpan en önemli unsur Boluspor formaları ile Giresunspor formalarının omuz omuza duruyor olmasıydı. Herkes takımından bir şeyler bekliyordu. Maçın başında Giresunspor'un verilmeyen penaltısı hakeme karşı tribünün cephe almasına neden oldu. İlk yarının en önemli pozisyonu da oydu. Devre arası olduğunda herkes çay almak için maraton tribününün deniz tarafındaki bölümüne yürürken inançsızlık hakimdi. Maç berabere bitecek gibi duruyordu. Amerikan filmlerinde beklenen ama bir türlü gelmeyen süper kahramanı bekliyor gibiydi tribünler. Çoğu insan bu kahramanın yedek kulubesinde oturan Anton Alex olduğuna inanıyordu.

İkinci yarı kondisyon eksikliği dikkat çekti ev sahibinde ve Boluspor'un direkten dönen bir topu vardı. Milli Takım eski kalecisi Metin Aktaş ikinci yarının ilk 15 dakikasında Boluspor forvetlerine kalitesini ispatlamıştı. İkinci yarıda düğümü çözmek için iki teknik adam da sihirli ayaklarını oyuna davet ediyordu. Giresunspor'da Anton ve Boluspor'da Ilgar Gurbanov son 15 dakikada sahadaydı. Ama bu isimlerden Anton Giresunspor'a bir hareket getirse de art arda bulunan pozisyonlara rağmen beklenen gol gelmiyordu.

Dakikalar sekseni işaret ediyordu ve Karadeniz'in mavi suyunun üzerine siyah bulutlar gelmeye başlamış, havada kararmaya yüz tutmuştu. Giresunspor tribünlerinde çekirdek tüketimi maksimuma vurmuşken o an mucizevi bir şey oldu. Sete maç başından beri hiç çıkmayan tribün lideri Optik çıktı. O an tüm tribünün atmosferi değişti. İşte filmin finali diye bağırıyordu sete çıktığında Optik. Kale arkasından başlayarak tüm stat bir kahramanı alkışlıyor gibiydi. Adeta her şey bir tarafa konmuş sahada oynanan futboldan çok bu kahramanının direnişine hayran bir şekilde bağırıyordu insanlar. Arenada gladyatörün meydan okuması gibi meydan okuyordu. O an eğer o sete çıkmasaydı Optik , bu maç asla kazanılamazdı. Bu cümleyi kuran bir çok taraftar vardı. Tüm o hengamenin daha 5 dakika içinde sahaya yansıması ve topun ağlarla buluşması maçın kahramanını belirliyordu: OPTİK

Maç bittiğinde hava artık iyice kararmıştı. Tüm tribün inat edercesine stattan ayrılmıyor ve Başkan'ı çağırıyordu. Olgun Aydın Peker maratonun önüne kadar gelip eliyle tribünleri selamlıyor ve taraftarın sevgilisi oluyordu. Düşününce aslında dört koldan bastıran futbol oligarklarının arasında Olgun Aydın Peker bir şansı hak ediyordur belki de. En azından samimi gözüküyordu hem saha kenarında hem de demeçlerinde. Son bir kez tabelaya baktım. “ Giresunspor:1 Boluspor: 0 ” yazıyordu.

Daha sonra hamsi ve mısır ekmeği yedik. Giresun Kalesinden Karadeniz'in tek adası olan Giresun Adasına baktık. Akşamdı zaten. Pek bir şey göremesek dahi güzel bir tat bıraktı dimağımızda. Günü herkes mutlu tamamlamıştı.Herşey bitti derken küllerinden yeniden doğan ve 17. sıradayken Süper Lig seslerinin düşük desibelle de olsa fısıldandığı kente misafir olmuştuk. Giresunspor'un bu sezon ki kırılma maçına tanık olmuştuk. Bir futbolsever daha ne isteyebilirdi ki ?

Let's talk about football





Sert futboluyla tanınan İtalyanlar’ın Serie A’sında yer alan birçok takımda uzantı olarak kullanılan “Calcio” kelimesinin İtalyanca’da hem futbol hem de tekme kelimelerinin karşılığı olduğunu,

Bayern Münih Başkanı Uli Hoeness’in Christoph Daum’a karşı açtığı kokain davası henüz sonuçlanmamışken, Almanların muhalif takımı St. Pauli taraftarlarının “Ben de Daum’la birlikte kokain içtim. Malı da Honess’ten aldık” diye imza kampanyası başlattıklarını,

Snatch filminin ünlü yönetmeni Guy Ritchie’nin futbol üzerine olan ve İngiltere Milli Takımı eski kaptanının hapishaneye düşmesini konu alan Mean Machine isimli bir filme sahip olduğunu,

Abidin Dino’nun İngiltere Dünya Kupası zamanında yaptığı resimlerin Yapı Kredi Yayınları tarafından piyasaya sürüldüğünü,

Chelsea başkanı Roman Abramovich’in dini inancı Musevilik nedeniyle İsrail’in işçi sınıfı takımı Hapoel Tel Aviv ‘i satın almak istediğini fakat Tel Aviv kulubünün politik duruşları nedeniyle buna karşı çıktığını,

Futbolda kaleciye pas (nam-ı diğer geri pas) kuralının çıkış noktasının 1992 Avrupa Şampiyonasında finalde gol attıktan sonra Danimarkalı defans oyuncularının sürekli oyunu rölantiye almak ve futbolu çirkinleştirmek adına topu kalecileriyle oynamalarından kaynaklandığını,

ABD Milli Takımı futbolcularından Pablo Mastroeni ve Chris Albright’ın Seattle’dan çıkan - en büyük olamamış grunge grubu - Pearl Jam aşığı olduklarını ve “Black”i coverladıkları bir performansa sahip olduklarını,

2004’te tam 24 yıl aradan sonra Avrupa’da yeniden sahaya çıkan Afganistan A Milli Takımının İtalya’da Serie B takımlarından Verona ile Kabil’deki bir hastane yararına düzenlenen özel maç için İtalya’ya geçmesinden sonra takımın 9 oyuncusunun üzerlerinde pasaport taşımamasına rağmen İtalya’ya mülteci olarak sığınmak adına kamptan kaçıp kayıplara karıştığını,

La Liga Takımlarından Deportivo La Coruna’nın her maçta en az bir Türk bayrağı açmasının sebebinin ezeli rakipleri Celta Vigo’nun onlara hakaret amacıyla Türk lakabı takmasına dayandığını fakat La Coruna kentinin bunu bir hakaret olarak algılamak yerine ‘’Türk gibi güçlü’’ diyerek bu bayrak açma olayını zamanla bir stadyum ritüeline dönüştürdüğünü,

Şampiyonlar Liginde Deportivo La Coruna’ya 4 gol birden atarak tarihe geçmeyi başaran Hırvat golcü Dado Prso’nun 20 yaşlarında aylık 600 Euro’ya Hırvat Liginde oynarken Dinamo Zagreb ve Hajduk Split’ten teklif alamamasına içerlenip valizi topladığı gibi Fransa’ya gittiğini, burada 2. Ligde başlayan kariyerinde 4. Lige kadar düştüğünü ve hatta maddi yetersizlikten bir oto kaportacıda işçi olarak çalışmaya başladığını, otuzlu yaşlarında bir maçta atığı 4 golün kariyerinin dönüm noktası olduğunu,

1998 Dünya Kupasında öncesinde organizasyonun ülkesi bile belirlenmemişken bir demeç veren Fransız Milli Takımı oyuncusu Emanuel Petit’nin 98 Dünya Kupasının Fransa’da yapıldığını, finalinde Paris’te inşa edilen yeni bir stadyumda oynandığını ve Fransa’nın 2-0 kazandığını söylediğini ve bunun üzerine bu rüyanın yeni inşa edilen Stade de France'da Fransa-Brezilya final maçının 90. dakikasında Emanuel Petit’nin skoru 3-0’a getirene kadar tıpatıp gerçekleştiğini,


Mohammed Kallon’un Inter’de oynarken doping testinin pozitif çıkması sonucu AC Milan taraftarlarının açtığı “dopo 15 anni finalmente qualcosa di positivo: Kallon” – Inter’de 15 senedir ilk defa bir şeyler pozitif: Kallon – şeklinde bir pankart açtığını,

0.914 metreye karşı gelen İngiliz ölçü birimi “yard” ın dilimize tuhaf bir geçiş hikayesi olduğunu, kalecinin dokunulmazlığa sahip olduğu dikdörtgen alanın İngilizce’de “6 yards” olarak söylenegeldiğini ardından Türkçe’de “altı pas” olarak terimleştiğini yani bir “yard”ın bir “pas”a (!) tekamül ettiğini ,

Her genç Uruguaylı gibi futbolcu olmak isteyen ama daha sonra kendi söylemiyle iyi bir futbol dilencisi olabilen Gölgede ve Güneşte Futbol kitabının yazarı Eduardo Galleano’nun her maçtan önce şapkasını açıp “ Tanrı aşkına güzel bir maç, lütfen!” diye dilendiğini ve futbol için ateisti olmayan tek din yakıştırmasını yaptığını ,


İngiltere'de bir evin peş erkek evladı olan Kelvin , Derek , Wayne ,Frank James ve Allan Clarke kardeşlerden her birinin İngiliz Profesyonel futbol liglerinde top koşturarak belki de inanlmazı başardığını ,


BİLİYOR MUSUNUZ ?

1950-1951 sezonunda Palermo forması giyen Şükrü Gülesin ise İtalya'da forma giyen ilk Türk oyuncusudur. Kariyerinde 226 gol bulunan isim bunların 32 tanesini direk kornerden kaydetmiştir. İtalya'da Palermo forması giyen bir diğer efsanemiz de Metin Oktaydır.












“Kendimi sadece tiyatro salonunda ve futbol maçlarında tıklım tıklım dolu bir stadyumda masum hissedebiliyorum.” – Albert Camus

Dead or Alive




Kayıp aranıyor !

19 Şubat 2009 Perşembe

Jem Karacan Röportajı - BBF Blog Özel



Aralık Ayında FourFourTwo dergi için yaptığm röportaj metnidir. Fakat dergide yayınlanmadığı için bu güzel metni blogda kullanmak istedim.


İngiliz kalbi , Türk İnadı

İngiltere'de yaşayan bir Türk... Bulutlu bir pazar sabahı kalkıp şehrin tek düze binalarının gri cephesine bakıp kendinizi dünyanın en yalnız insanı hissedebileceğiniz Londra'dan bir hanım efendi ile medeniyetler boyu konar göçer bir yerleşim alanı Aksaray'da doğup büyüyüp İngiltere'ye göçen bir babanın çocuğu olmak.


Hayat işte oldukça enteresan kimi zaman. Profesyonel futbola adım attığı Bournemouth'a kendisiyle birlikte giden diğer Reading oyuncuları ile çok yakın dost olacak kadar Türk kalbi taşıyan , tüm dünya direksiyonu sağa koymuşken hala sola koyan ve kimsenin kullanmadığı uzunluk birimlerini kullanan İngilizlere has inatla kendisini A takıma taşıyana kadar vazgeçmeyen genç bir savaşçı.


Onu bu yaz ilk kez Ağustos ayında Reading forması ile izledik. Takımı o gün sahada İngiliz yaz yağmurları gibiydi. Bir anda bunaltan sıcağın üzerine ferahlatıcı ve seri yağan yağmurlar gibi 65 dakikada beş gol buldular. Jem'in attığı gol ise bizler için yağmurun ardından gelen toprak kokusuydu. Jem ile hayat hikayesi üzerine lafladık....



  • Futbola çok küçük yaşta başladın , sanırım Londra'da Riverston School of Eltham'da okurken futbola ilgin arttı. Çocukluk döneminden bahsedebilir misin biraz ?


Beş yaşında futbola başlamıştım , yedi yaşıma geldiğimde ise öğrenebildiklerim ne kadarsa artık Wimbledon'la anlaştım. Yöresel ligimizde, bugün Chelsea'nin gençlerinden biri olan Jack Cork ile iki pazar maçında Molley Valley Predators formasıyla futbol oynadım. Ayrıca Villacourt Rovers'ta da benim için oldukça iyi ve eğlenceli bir dönem geçirdim.


  • Daha sonra 14 yaşında Galatasaray altyapısında görüyoruz seni ve İstanbul'da kalmak istemiyorsun... Bu süreci dinleyelim senden..


14 yaş benim için Galatasaray gibi büyük bir kulübe katılmak gibi çok güzel bir gelişmeye sahne oldu. Babam zaten bir Galatasaray taraftarıdır. Fakat bana kalırsa zamanlama oldukça yanlıştı. 7 yıldan beri bulunduğum Wimbledon'dan daha yeni ayrılmıştım ve henüz o yaştayken geride evimi ve arkadaşlarımı bırakmak oldukça zordu.


  • Reading rezervinde oynarken bir gün o takımın formasını giyeceğini düşünüyor muydun ?


Birkaç sezon rezerv kadroda yer aldım. Benim için bir zamandır bizimle birlikte olan ve gelişmem için çok fazla çaba sarf etmiş - Leeds United ve Chelsea eski oyuncusu - Michael Duberry gibi isimlerle oynamak oldukça iyiydi. Reading rezervinde oynadığınızda forma şansı bulamayan Premier League yıldızlarını - maç eksiklerini tamamlamak adına da olsa - karşınızda rakip olarak buluyorsunuz. Shevchenko ve Pizarro gibi isimlere karşı oynamanın bana oldukça yararı dokundu. O saatten sonra tabii ki bir sonra ki adımım A Takım olacaktı.


  • Reading 18 yaş altı takımında Tottenham'a karşı çok güzel bir golün vardı ve ondan sonra adın taraftarlarca daha çok anılır oldu. Neler hissettin o golden sonra ?


O golü hatırlıyorum ve gerçekten çok güzeldi. Esas Bournemouth'a kiralandığımda kariyerimin ilk profesyonel golünü Leeds United'a karşı attığımda ki hissettiklerim bambaşkaydı. Çünkü o sıralar benimle birlikte Reading'ten birkaç takım arkadaşımda Bournemouth'a kiralanmıştı ve ben onlarla beraber olabilmek adına orada oynamaya biraz daha devam edebilirdim bile.



  • A Takım hikayen Bournemouth'ta başlıyor. Orada kiralık olarak gönderilmiş bir gençtin. Hatta ilk maçınız Millwall deplasmanıydı. Bir önceki sezon Kaka'nın San Siro'da uzatma dakikalarında gelen golüyle Şampiyonlar Ligi çeyrek finalini kaçıran Celtic eski sağ beği Paul Telfer ve Euro 96 yarı finalisti ve 98 Dünya Kupası İngiltere Milli kadrosundan Darren Anderton gibi isimlerle sahadaydın. O gün heyecanlanmış mıydın Jem ?


Bournemouth gözlerimin gerçekten açılmasına neden oldu özellikle de senin dediğin gibi Darren ve Telfs ile oynamak. Bense orada bir süre bulundum ve o süreyi hep hatırlayacağım. Teknik direktörümüz Kevin Bond bana orada şans verdi ve ben onlara benim için yaptıkları adına çok teşekkür ediyorum.


  • Daha sonra Reading Championship'e düştü. Sende Championship'e dönülünce A takıma alındın. FA Cup mücadelesinde Luton Town'a karşı kendi seyircini ilk kez sezon başında selamlıyordun. O maçta bir gol attın ve 5-1 kazandınız. Madejski Stadium'da oynamak nasıl bir his ?


Düştüğümüzde Reading için çok kötü giden zamanlardı, bu sezon ise şu ana kadar güçlü bir şekilde geri döndüğümüzü ispatladık ve herkes sahada harika işler çıkarıyor ama bunun devam etmesi gerekli. Çünkü burada güçlü bir kadro var ve herkes mükemmel bir arkadaşlık ilişkisine sahip. Luton Town'a karşı ise skor tahtasında yer almak bir meziyetti. Akademi yıllarından buralara beraberce geldiğim dostlarım James Henry, Alex Pearce ve Scott Goulbourne gibi isimlerle oynamış olmak da müthişti ve aldığımız sonuç göz alıcıydı.


  • Seni orta sahada iki yönlü oynayabilen bir ön libero olarak görüyoruz. Aklımıza Steven Gerard ve Frank Lampard örneği geliyor. Bu ikiliden hangisini kendine daha yakın buluyorsun ?


Eğer Steven Gerard ve Frank Lampard kadar iyi olmaya yakın dahi olursam, had safhada mutlu olurum. Ama bundan daha fazlasını söyleyebileceğim bir isim var. Büyük olasılıkla en beğendiğim futbolcu Tugay Kerimoğlu'dur.



  • Tabii ki , es geçilemeyecek bir faktör var : '' Steve Coppell '' Genç oyunculara böylesine düşkün bir menajerle çalışmak her oyuncuya kısmet olmasa gerek . Ian Wright ve Kevin Doyle gibi amatör futboldan gelip dünya sahnesine kazandırdığı isimlerin yanına senin neden ismini yazdırmasın ki ! Mr. Coppell hakkında sen neler düşünüyorsun ?


Steve Coppel, Reading'i çalıştıran teknik direktörler arasında en iyisi olduğunu takımı Championship'ten çıkarıp Premier Ligi 8. tamamlayarak ispatladı. O gelmeden önce burada çok fazla genç oyuncu yoktu ama şu an mevcut kadrodan oyuncuları saf dışı edebileceğine inanan biz gençlerden oluşan bir deste oyuncu var, bu durum her kadroya çağrıldığımızda hazır ve yeterince iyi olduğumuzu ispatlamanın bize kaldığına inandırıyor.


  • The Cure grubunun bas gitarist'i Simon Gallup koyu bir Reading fanı. İngiltere'den çıkan müzik tüm dünyaya yön veriyor. Pink Floyd'tan , The Beatles'a ; The Chemical Brothers'tan , Radiohead'e ; Sex Pistols'tan , Iron Maiden'a ; Muse'dan Arctic Monkeys'e dönemlerine damgasını vurmuş ve janralarına yön vermiş isimler Ada'dan çıktı. Peki sen neler dinliyorsun ?


Açıkçası benim ve takımdan yakın arkadaşım Scott Goulbourne'ün bu aralar favorisi maalesef New Orleans dolaylarından. Lil Wayne'i evde ve antremana giderken yolda sıklıkla dinliyoruz. Funk alaşımlı house müzik tınılarını da seviyorum. The Crazy Cousins ve Donaeo da favorilerim arasında.


  • Aksaraylı bir baba ve Londralı bir annenin oğlu olarak damak zevkin Türk Mutfağına ne kadar yakın duruyor ?


Aksaray ya da Kuşadası fark etmez her Türkiye'ye tatil için geldiğimde yaptığım ilk iş yerel bir restauranta gidip kendime kebap söylemek oluyor. Çünkü orada Britanya'da asla bulamayacağınız lezzette kebaplar var. (gülüyor)



  • Türkiye'de Championship'in yayını yapılıyor ve Türk futbolseverler seni izleyebiliyor. Sky Sports'a verdiğin demeçte '' Babam dolayısıyla hangi maçların verildiğini öğrenme fırsatım oluyor. Umarım orada bizi Türk Milli Takımını izledikleri kadar ciddi bir şekilde izleyen birileri vardır. '' diyorsun. Bu Türk futboluna bir mesaj mı ? Bir gün Turkcell Super Lig'de oynamak ister misin ?


Tabii ki, çünkü Galatasaray ve Fenerbahçe gibi büyük kulüplerde forma giymek harika olmalı. Türk futbol standardı her yıl Roberto Carlos , Alex, Harry Kewell ve geçmişte Kleberson, Anelka gibi isimlerin Turkcelll Süper Lig'e dahil olmasıyla daha da yukarı seviyelere çıkıyor ve bu da Türkiye'de ortaya konan futbolun ne kadar kaliteli olduğunun kanıtı. Bununla sınırlı da değil. Bu gelen yabancı oyuncular yerel merkezli oyuncularımıza da pozitif özellikler kazandırıyor ve kendilerine sürekli katmasına neden oluyor. Euro 2008 performansında bunun biraz da olsa etkisi olduğunu düşünüyorum.


  • Ümit Millilerin play-off maçında sakatlandığın için oynayamadın ve U21 takımımız finallere kalamadı. Oynasan sence bir şeyler değişir miydi ?


Değişebilirdi. O maç öncesi sakatlandığımda gerçekten inanılmaz bir hayal kırıklığı yaşadım. Ne yazık ki maçı izleyemedim ve o gün ne büyük utançtır ki maç boyunca telefonda annemden haberleri alıyordum. Ümit Milli Takım kadrosundaki kaliteli kadromuzla yazın oynanacak finallere katılmak hedefimizdi ve çok üzgünüm ki bu gerçekleşmedi. Her ne olursa olsun , yolumuza devam etmeliyiz.



  • Futbol hayatında unutamadığın bir an var mı ?


Bournemouth'un küme düştüğünü gördüğüm an futbol hayatımdaki en kötü andı. O zaman Reading'e geri dönmüş olmama rağmen benim ve orada benimle birlikte bulunan tüm arkadaşlarım için hala acı vericiydi.










Peru'da Türkiye U-17 Takımı





Dünya dördüncüsü olduğumuz Peru'daki turnuvanın ardından 2 sezon geçti ve o turnuvanın gençleri dünyanın dört bir yanındalar şimdi. Bu turnuvanın dünya ve ülkemiz futbolu üzerinde etkilerine birlikte göz atalım

FIFA U-17 Dünya Şampiyonası kamuoyumuzca gereken ilginin gösterilmediği bir turnuvadır. Belki boyalı basın, belki beyaz camda göremediklerimiz bizim bu ilgisizliğimizin sebebidir. Kesin olan bir şey var ; o da bizim haricimizde pek çok ülkede durumun böyle olmadığı. Aksi takdirde geçen sezonun İskoçya Premier Ligi gol kralı Scott McDonald'ın Morwell Falcons diye bir takımdan 1999 organizasyonundan hemen sonra Southampton'a gitmesi açıklanamaz. Yine örneklemek gerekirse Carlos Tevez , Fernando Torres ve Niko Kranjcar gibi günümüz yıldızlarının takımlarında A takıma yükselmesi bu organizasyonda gösterdikleri performansın hemen ardına rastlar.

2005 Yazında Peru'da gerçekleşen organizasyonun performansa dayalı dağıtılan ödülü Adidas Golden Ball'u alan Brezilyalı Anderson olmuştu. Anderson o sıralar Brezilya Serie B'de Gremio forması giyiyordu. Daha 6 maça çıkmış ve henüz futbol kariyerinde tek gole sahip bir çaylaktı. O attığı tek gol Play Off finalinde takımı 7 kişi kalmışken Nautico'ya karşı gelmiş ve Gremio'nun yeniden ait olduğu lige dönmesini sağlamıştı. Turnuvadan ülkesine döndükten 1.5 ay sonra okyanusun bu cephesine transferini gerçekleştiriyordu. Anderson'u Brezilya'nın ikinci klasmanından Avrupa'ya kazandıran takım Porto oldu. 2005-2006 sezonunda sadece 3 maç oynayan Anderson'un talihsizlik odur ki 2006-2007 sezonunda bacağı kırılıyor ve 5 ay sahalardan uzak kalıyordu. Buna rağmen ligde 15 ve Avrupa'da 3 olmak üzere toplam 18 maç oynayabildi o sezon. Bu şanssız sezonun ardından Anderson, İngiliz devi Manchester United'ın tarihindeki 2. Brezilyalı oluyordu. Manchester United'a transferi – çalışma izninin hukuksal süreci yüzünden- resmiyet kazanmadan 2 gün önce ilk kez Dunga tarafından Brezilya Milli Takımına çağrıldı. Geçen sezonda Manchester United ile 38 resmi maç oynayan Anderson kendini her geçen gün daha da ispatlıyordu. Şu an 20 yaşında olan oyuncunun apoletleri arasında Brezilya Serie B Şampiyonluk Kupası , 2 tane Portekiz Super Liga Şampiyonluk Kupası , Portekiz Kupa Şampiyonluğu Kupası , Portekiz Süper Kupası , İngiltere Premier Ligi Şampiyonluk Kupası , Uefa Şampiyonlar Ligi Şampiyonluk Kupası , Pekin Olimpiyatlarında bronz madalya ve Copa America Şampiyonluk Kupası bulunuyor. Anderson bu sezon Şampiyonlar Ligi finalinde Manchester United'ın 6. penaltısını gole çevirmiş ve kupayı bir sonra ki penaltılarda kaldıran ekipte olmanın coşkusunu yaşamıştı. Unutmadan Zenit'e karşı Rusya'da oynanan Süper Kupa karşılaşmasında sahaya ilk 11'de çıkmıştı.

Adidas Silver Ball'da Giovanni Dos Santos'a gitmişti. Dos Santos bizim grup maçlarımızda yendiğimiz ve üzerinde tamamladığımız Meksika'nın kadrosunda yer alıyordu ve şampiyon olmayı yine onlar başarıyordu. Takımın gollerinin yarısında onun asisti vardı. Turnuva dönüşü İspanya'nın bizde PAF Ligine denk düşen Juvenil A kategorisinde harikalar yaratıyor ve sezona kötü başlayan Barcelona'nın ezeli rakipleri Real Madrid'i deviren silahı oluyordu. Sezon sonunda ise A takımın kampına katılıyor ve Barcelona kadrosuna adım atıyordu. Bu gelişme ile birlikte Hugo Sanchez onu Meksika Milli Takımına çağırdı. 2006-2007 yılında yabancı kontenjanı kısıtlaması nedeniyle süre alamayan Dos Santos 2007 yazında İspanyol pasaportu taşımaya başlayınca 2007-2008 sezonunda tanınacaktı. Bizim kadroda herhangi bir oyuncunun gerçekleştiremediği kariyer hamlelerini tek başına yapmıyordu elbette. Avrupa devi Barcelona , Dos Santos için bütün hukuki gereksinimleri gerçekleştiriyordu. Futbola ve futbolcuya verilmesi gereken değer de bu olmalı kuşkusuz. Geçen yıl La Liga'da 28 maç süre alan isim Tottenham Hotspur'a transferi öncesi son kez formasını giydiği Katalan kulübüne Murcia'ya karşı hat-trick yaparak veda etti. Şu an kariyerine İngiltere Premier Liginde devam etmekte.





NURİ ŞAHİN

Adidas Bronze Ball bizim kadromuzdan bir oyuncuya veriliyordu. Bu ödüle layık görülen isim ise Nuri Şahindi. Nuri Şahin belki de kulüp kariyerinde Türkiye'ye uğramadığı için şu ana kadar iyi yönetiyor kendisini ve son 3 sezondur 20 maçın üzerinde oynuyor. Turnuva dönüşü Borussia Dortmund herhangi bir Türk kulübünün yapmayacağı hamleyi yaparak onu as takımda oynattı ve kadro yapamayacağı düşünülen geçen sezon ise futboldan soğumaması için Feyenoord'a kiraladı. Bu sezona hocası Bert van Marwijk'in talebiyle Borussia Dortmund'ta başladı. 11 Ekim'de oynanan Bosna-Hersek mücadelesinde Batuhan'ın yerine oyuna girdiği an orta sahada pas trafiği hareketlenmiş ve belki de maçın dönmesini sağlayan isimlerden biri olarak isminin anılmasını hak etmişti.

Bir de turnuvanın gol ayaklarına göz atalım isterseniz ,


Turnuvayı 5 golle kapayan Carlos Vela ise altın ayakkabı ödülünün sahibi oldu. Bu turnuva öncesi Meksika'nın Guadalajara Chivas kulübünde bulunan genç, hiçbir resmi maçta forma giymemişti. Vela , Guadalajara ile sadece antremanlara çıkan ve ailesinin yaşadığı kasaba yıldırım felaketiyle dağılmış sosyal huzuru olmayan bir ergenken bir anda Dünya sahnesindeydi. Brezilya'yı 3-0 yendikleri final maçından sonra aldığı altın ayakkabıyı o gün doğum günü olan babasına armağan eden Vela aynı zamanda futbol romantiklerinden de geçer not almayı başarıyordu. Klişe olacak belki ama bu oyunu gerçekten hayata benzetmek çok mantığa aykırı değil. İşler bir anda değişebilir ve yıldırım felaketi yaşayan sefil kasabanızda zor geçinen bir ailenin erkek evladıyken bir anda kendinizi spot ışıkları önünde bulabilirsiniz. Turnuvadan bir ay sonra 125 bin pounda Arsenal oyuncusu oluyordu. İngiliz hükümetinin Avrupa Birliği pasaportu taşımayan futbolculara karşı kısıtlaması nedeniyle hızlı bir operasyonla Latin kültürü ve Avrupa Kültürü arasında geçiş sağlayacağı İspanya'ya gönderiliyor ve Celta Vigo'ya kiralanıyordu. Çalışma iznini çıkartmak için yoğun uğraş veren Arsenal bu senenin Mayıs ayında 3 senelik bekleyişini sona erdiriyordu. Bu 3 sezonda Celta Vigo, Salamanca ve en son geçen sezon Osasuna forması ile izliyorduk onu. Bu sezon İngiltere'ye yerleşebilen Vela'yla ilk kez Newcastle United karşılaşmasında 63. dakikada Robin Van Persie'nin yerine oyuna girerken tanışabiliyorduk. Onun İngilizlerin gözüne girdiği maç ise Wenger'in 19 yaş ortalamasıyla sahaya çıktığı çok konuşulan Carling Cup mücadelesinde Sheffield United'a karşı yaptığı hat-trick oldu. Bu mücadeleden sonra Arsenal'in peş peşe oynadığı Hull City , Porto ve Sunderland maçlarında süre alması kaçınılmazdı. Bu sene Premier Lige renk getirmesi muhtemel ismi dikkatli gözlerle izlemenizi öneriyorum.

Gümüş ayakkabı yine Nuri Şahin'e giderken bronz ayakkabı ise bir diğer 4 gol kaydeden gurbetçi Türk Tevfik Köse'ye gidiyordu. Tevfik , turnuvadan sonra Bayer Leverkusen'de düzenli forma şansını bulamadı. Geçen sezon Ankaraspor'a kiralanan Tevfik , Türk futboluna çok şeyler sunması kesin gözüken (!) De Nigris – Necati Ateş ikilisinin arkasında yedek kalıyordu. Melih Gökçek'in takımı yine de insaflıydı diyebiliriz çünkü en azından bir sezon boyunca forma giydirilmeyen Tevfik'e sezonun kapanış haftasında Necati Ateş'ten yoksun kalınınca Bursaspor karşısında şans tanınıyordu. Koca lig sezonu Ankaraspor'da tek bir maç as çıkarak geçirdi Tevfik. Bu sezon ise Kayserispor'da hak ettiği değeri biraz daha görebileceğini umuyorum çünkü Tolunay Kafkas futbol algısı daha geniş olan bir teknik adam. Tevfik'i henüz 11 oynarken sadece Kocaelispor maçında izleyebilmemiz yine de düşündürücü gözüküyor.

Performansa dayalı ödüllere ve golcülere baktıktan sonra turnuvaya takım takım bir göz atıp birkaç örnekleme yaparak Milli Takımımıza gelelim.

Turnuvaya gruplarda veda eden Avustralya'dan Nathan Burns , Avustralya A Liginden – Adelaide United'tan geçen sezonun gönüllerde Yunanistan Şampiyonu olan AEK takımına transfer oldu.

Turnuvada 2. olan Brezilya kadrosundan Anderson'u konuştuk . Diğer isimlere göz attığımızda ; Marcelo Real Madrid'e, Denilson Arsenal'e, Sidnei Benfica'ya, Igor Sevilla'ya, Ramon CSKA Moskova'ya, Renato Bayer Leverkusen'e ve Celsinho Lokomotiv Moskova'ya transfer olmuş durumda.

BRUNO

Brezilya için turnuvanın açılış maçı olan Gambiya mücadelesinde 90 dakikada sahada duran ve finalde Meksika'ya karşı 64. dakikada oyuna giren forvet Bruno Mezanga ise bu sezon Bank Asya 1. Lig takımlarından Orduspor'a transfer oldu. Karadeniz ekibinin bu ezber bozan transfer stratejisini alkışlamamak elde değil. Bruno'nun Orduspor ile sözleşmesi sadece bu sezonluk ve sezon sonunda Orduspor eğer Süper Lige yükselmezse onu farklı bir takımda izleyeceğimiz kesin gibi.

Turnuvaya çeyrek finalde veda eden Çin'in kadrosundan Yu Dabao Benfica'ya transfer oldu ve sezonu Portekiz liginin orta sıra takımlarından Aves'te geçiriyor.

Turnuvaya grubunda 1 puanla sonuncu olarak veda eden Fildişi Sahilleri kadrosundan Zia Diabete Dinamo Bükreş'te oynuyor.

Turnuvaya yine gruplarda veda eden Gambiya kadrosunun forveti Jallow şu an Brondby'de ve o kadrodan Sandefjord , Brann ve New England Revolution takımlarına oyuncular dağıldı.

Turnuvaya gruplarda veda eden İtalya'da kaleci Enrico Alfonso Inter'e gitti ve şu an pişmesi için Serie B'de oyalanıyor. Lorenzo De Silvestri şu an Lazio sağbeği Brocchi'nin yedeği ve o olmadığı zaman kadro yapacak. İtalyanların ülke dışına fazla açılmadığı düşünülürse gençlerine daha fazla şans tanıması gerekiyor ama onların bizden aşağı kalır yanı yok. Uzun vadede bunun zararını göreceklerini düşünüyorum ama bu başka bir yazının konusu olabilir ancak.

Vela ve Dos Santos üzerinde durduğumuz şampiyon Meksika kadrosundan tandem Hector Moreno AZ Alkmaar takımında. Jorge Hernandez Barcelona'ya geldi ve yabancı kısıtlaması nedeniyle bir sezonluğuna 4. ligden bir takıma kiralanınca Dos Santos gibi bekleyebilecekken ülkesine geri dönmeyi tercih etti. Ülkesinde Atlas forması giyiyor.

Turnuva 3.sü olan Hollanda'nın kanat oyuncusu Marvin Emnes bu sene Middlesboro'ya transfer oldu. Kalecisi Tim Krul , Newcastle'da yedek kaleci ve kiralandığı dönem İskoçya Premier takımlarından Falkirk tribünlerinin sevgilisi olmuştu. İskoçya ligini oldukça yakından takip eden bir futbolsever olarak parmak ısırttığını söylemeliyim. Takımın tandemi turnuvadan sonra PSV'de kendini iyice kabul ettiren Marcelis oldu ve ilk kez Eylül ayında İzlanda ve Norveç ile oynayan Hollanda Ulusal Milli takımına seçildi. Solbek Erik Pieters turnuva sonrası Utrecht A takımına yükseldi ve bu sezon PSV'ye transferi gerçekleşti.

Turnuvaya 1 puanla veda eden ev sahibi Peru'nun forveti Daniel Chavez, Club Brugge forması giyiyor. Defans Zambrano ise bu sene Schalke 04 kadrosunda.

Turnuvaya sıfır çekerek veda eden Uruguay'dan orta saha Ramon bu sezon Serie A'da Genoa'ya geldi.

Turnuvaya çeyrek finalde veda eden Amerika kadrosunda Jozy Altidore önce okyanusun öteki tarafında büyük sükse yaptı ve Avrupalı futbolseverlerin yakından tanıdığı Juan Pablo Angel ile New York Red Bulls forvet hattında önemli bir renk haline geldi. Villarreal'e transferi ise onun için büyük bir sınav olacak çünkü Nihat sakat olmadığında formaya daha yakın gözüküyor. Defans Neven Subotic ise Borussia Dortmund'a imza attı.

Ve gelelim bizim Milli Takımımıza ;

Turnuvada 4 gol kaydeden ama ödüle layık görülmeyen Caner Erkin, 2 kez A Milli Takıma seçilmesine rağmen CSKA Moskova'da unutulmak üzere. Kaleci Volkan Babacan'ın Dinamo Kiev'e karşı oynaması birilerini nedense çok rahatsız etti. Bu sezon Fenerbahçe 2. eldiveni statüsüne erişebildi. Defans Mehmet Yılmaz ise Bursaspor'dan Yeni Turgutluspor'a yollandı. Orta saha Ferhat Bıkmaz'ın Hannover 96'da adını duyamadık bile. Galatasaraylı iki defans Erkan Ferin, Serdar Keşçi Beylerbeyi'ne yollanan kafilede ve kadro yapamıyorlar her maç orada. Bir diğer Galatasaray defansı Harun Karadaş şu an Kasımpaşa oyuncusu ve takımında kadro yapamadığı için Alibeyköyspor'da kiralık oynuyor. Deniz Yılmaz Ulm'den Bayern Münih'e geçti ve A takıma yükselemedi henüz. Yurt dışında olması nedeniyle bu ülkede olanlardan daha iyi bir gelecek edinecek gibi duruyor. Galatasaray forveti Özgürcan Özcan şu an Bank Asya 1. Liginde Sakaryaspor'da kiralık oynuyor. Kaleci Onur Kıvrak Karşıyaka altyapısından Trabzonspor 2. kaleciliğine kadar yükseldi ve oynayabildiği maçlarda ümit verdi. O da Trabzonspor kulübesinde Volkan Babacan ile aynı kaderi paylaşıyor. Defans Emre Balak kendisini Samsunspor'dan Gençlerbirliğine taşıdı. Bu sene 11'de istikrar sağlaması zor gözükse de, bunun gerçekleşmesi futbolumuz adına kazanç olacaktır. Defans Anıl Taşdemir bu sezon Ankaraspor kulübesinde oturuyor. Defans Ergün Berisha hala Grasshoopers'ın Paf takımında oynuyor. Kanat oyuncusu Murat Duruer Ankaragücü forması giyiyor ve kendisini hala tam anlamıyla kanıtlayabilmiş değil.Kadro içerisinde en umut verici isim olarak göze çarpıyor. Defans Aykut Demir , Nac Breda'da kadro yapamadığı için Hollanda 2. Liginde Excelsior'a kiralandı. Eray Birniçan Konyaspor'da kadro yapamayınca Samsunspor'a kiralandı ve Samsunspor da bile 2. kaleci pozisyonunda.

Tüm bu turnuvadan elimizde Türkiye'ye henüz hiç ayak basmamış Nuri Şahin ve Galatasaray'da yavaş yavaş ağırlığını koymaya başlayan Aydın Yılmaz haricinde bir şey kalmadı.Nuri Şahin'de bu sene Dortmund'ta tozlanıyor. Bu ülke futbolu ve bu futbolun gençleri adına endişelenen birileri olmalı.